Bu dünyada ne var kelamdan derin...
gecenin söylettikleriyle yağmurun söylettikleri birleşince...
yağmurda ıslanmaya ve gecenin ıssızlığına hep bir anlam yüklenmiştir. romantik filmlerin hep bir sahnesi olmuştur, yağmurda ıslanmaya pek bir hevesli çiftler, şemsiye altında öpüşmeler, hadi biraz daha genç kuşak ise elele koşuşturmalar, sonunda işte hayat bu diyen bakışlar. bir çok şiirde de var yağmur ve gece ve ıslanmak. gece yağmurla birleşince sinerjik bir etki yaratıyor, şairane yürekler için. şarkılarda da istemediğiniz kadar mevcut bu iki öğe. söyle yağmur çamur değmedi yüreğime söyle sen nerdesin ben nerde...
bir gece şarıl şarıl yağan yağmurda kimler ıslanabilme şansına sahiptir?
- eğer nevada çöllerinde iseniz - oralara yağmur yağar mı bilmiyorum ama :)- veya vegasta bir kumarhane çıkışında veya los angelesta -sevgilinizden ayrılmanız gerekir- veya philadelphiada -popülerlik yarışını kaybetmiş bir ponpon kız olma şartı var burada- veya manhattanda -beyaz adamın yaptıklarını düşünürken ve manhattan kelimesinin epistomolojisini incelerken, en erdemlisi de bu herhalde- veya washington d.c de - beyaz sarayı kara lekelerini izlerken- kafanız atıverse bir anda, buram buram efkar bassa, nere gidiyon kızım bu saatte diyen bir ana baba olmasa başında, bir ev olmasa bir aile işte o zaman kolaydır yağmurda ıslanmak. bir hollywood sahnesidir yaşanan ve uyarımdır türk kızlarına hiç özenmesinler öyle yağmurda ıslanmalara, gece yürüyüşlerine, gözyaşlarını dökmeye kaldırımlara.
hiç şöyle bir sahne hayal edemiyorum hayatımda: evde asabım bozulmuş düzene ve biraz kaosla biticeğini bile bile, odamın dinginliğine kapıldığım bir anda - neyin var kaltak diyen annemin - annem teksasın güneyindendir :)- kaltak lafını en benimsemiş halimle ve en rahatsız olmuş fiilimle, bahane bilip bu lafı, çarpıp kapıyı yağmura atılıp gecenin karanlığına karanlık katmış biri olarak yürümek yürümek yürümek... yürü git nihan burası Türkiye :)
bu ülkenin kızları yağmura ancak hazırsız yakalanırlar. yağmur bu ülkenin kızlarına sağ gösterip sol vurur. en moderni yağmurla buluşmanın, bir bahar günü güneşin dünyaya en kızgın olduğu anda şemsiyesiz olmanızdır. işte en fazla heyecan bu şekilde yaşanabilir. bu halde zaten gece şartına haiz olmuyorsunuz. gece ve yağmur buluşması ise ancak bir ev gezmesinde babanızın koluna girip ev yolundayken olabilir. şahsilik yoktur gece yağmur ve ıslanmakta. yakalanırsanız cümbür cemaat ana baba evlat torun ya da bir gündüz vakti. onun için geçelim bu edebiyatları, sığınacak camiiler olduğu müddetçe ıslanamaz bu memleketin kızları :)
he bir de istanbulda trafikteyken yakalanabilirsiniz yağmura bir camın ardından. ama bu kadar sinir bozucu birşeyden bahsetmeyelim değil mi ?
yağmurun en şiddetli olduğu bir anda evin kapısından arabaya kadar tutulduğum yağmurda ve gecede - evet geceye de tutulmuştum o gece- anladım ki kuru kuruya ıslanmamalı insan. ııslanıyorsan eğer o şairane duygularla ıslanacaksın. o filmlerdeki kadar da derinleşmeye gerek yok :)
aslında neler yazacaktım neler yazdım, yağmuru bir cam arkasında izlerken gelenler vardı aklıma.
şarkılar en fazla acıyı gece ve yağmurda veriyordu.
kapitalizm dedikleri o görünmeyen eli gece ve yağmurda anlamıştım. gece vardiyasında servislerini bekleyen işçileri görünce. ve o yağmur öyle amerikan filmlerindeki gibi sevişmek öpüşmek isyan etmek için değil savaşmak içindi. gece yağmur ve işçiler...
bunu anlattı ya bana yağmur ve gece. yeter. arabanın motoruna su kaçar mı diye düşündüğümüz kadar düşünseydik o işçileri ne gece vardiyalarına gerek kalırdı ne gece gündüz üretmeye!
O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (FURKAN SURESİ / 47)
Bu dünyada ne var kelamdan derin...