anlarsın

bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler ne için yaşarmış


Monna Rosa ya da imkansız aşk /Cihan Aktaş

Sezai Karakoç 50'lerde Monna Rosa'yı yazdı ve şiirinin sadık okurlarına kabul edilemez gelen bir yaklaşımla bu şiiri bir bilinmezliğin karanlıklarına doğru savurdu. Şiiri tezlikle yakaladı okurlar ve elden ele dolaştırarak etrafında bir efsane halesi oluşturdular. Monna Rosa, şiir olarak kendi çapını aştı, yine de Sezai Karakoç'un ayaklarına dolanmadı, engel olamadı onun şiirindeki sürdürdüğü yolculuğa.
Şiir okunan ortamlarda yıllardır Monna Rosa'dan mısralar gezinir: Dergilerde, şiir gecelerinde, şiirle ilgisi olmayan anma gecelerinde, internet polemiklerinde, şiir konuşmalarının sabahlara kadar sürdüğü mekanlarda...
Selçuk Küpçük'ün ilk müzik albümünü dinliyorum. Orada da Monna Rosa, başka bir şekilde yer alıyor; İstanbul/Mona Rosa. Söz; Yavuz Bülent Bakiler, müzik: Selçuk Küpçük, şiir: Sezai Karakoç.
Selçuk Küpçük Ordu'da ikamet ederken hem edebiyatın, hem de müziğin içinde var olmayı başaran bir sanatçı. Müzisyen olarak kendine özgü bir tarzı var. İlk albümünün 8. şarkısı, İstanbul/Monna Roza. Sezai Karakoç adına düzenlenen bir sempozyum için tebliğimi hazırlarken, bu albümü sıklıkla dinledim.
İstanbul ve Monna Rosa isimlerinin Küpçük'ün albümünde bir araya gelmesi bir denklemle ilgili kuşkusuz. İstanbul çoğu zaman mukimleri için bile gizemli, keşfi zor bir diyar gibi görünmez mi? Monna Rosa da okurları için hâlâ tam olarak keşfedilmemiş bir şiirdir, etrafında oluşturulmuş söylenceler nedeniyle.
Sezai Karakoç Monna Rosa'yı 50'lerde yazdığı halde, bu şiirin özellikle 80 kuşağının dindar gençliği üzerinde etkili olduğunu düşünürüm ve bu bana ilginç gelir.
Çünkü özellikle 80 kuşağı yaşamıştır, kamusal alanda yeni bir kadın-erkek ilişkisi muaşereti geliştirmenin zorluklarını. Bu zorlukların içine aşk da girer evlilik de. Kadının kamusal alana katılmasındaki zorluklar da girer, kadını "gizemli bir varlık, bir bilmece" olarak tarif eden algının değişmeye giderken yaşadığı/yaşattığı travma da.
Fakat Monna Rosa'nın fiziksel varlığı, onu içine alan efsanenin oluşturduğu yeni okuma biçimleriyle, gide gide görülmez hale gelmiş gibidir. Sanki şiirsel varlığını koruması bakımından uzak bahçelerde bir gölge misali dolaşmayı sürdürmesi beklenirdi onun.
Başörtülü öğrenciler için bir kusur gibiydi, Monna Rosa'nın tanımsızlığının tecessümü olamamak.
Zor şartları mizaçlarında yansıtan başörtülü kızlar, Monna Rosa'nın gezindiği gül bahçelerini sadece hayal edebilirlerdi. Fakat Mona Rossa dizeleri gelir bulurdu onları, daima.. Yeryüzünün dört bir köşesine dağılıp bir diploma almış, geri dönmüşlerdir. Onlar için bir gece düzenlenir. Erkek sunucu onları Monna Rosa şiiriyle karşılar. Böyle bir karşılama bizi niye hayrete düşürmez...
Bir arkadaşım 80'li yıllarda müslüman erkeklerin elinden düşmeyen üç şey olduğunu dile getiriyordu:
1-Kur'an-ı Kerim
2-Sezai Karakoç
3-Sezen Aksu.
80'li yıllarda Sezai Karakoç'un en sevdiğim, sürekli okuduğum şiiri değildi Monna Rosa, doğrusu. Fakat, kendimi yetiştirmek için kitapların dünyasına olduğu kadar cemaatlerin toplantılarına da daldıkça, sıklıkla karşıma çıkıyordu bu şiir. Yatılı bir Kur'an Kursu'nda temel İslami bilgileri öğreniyordum. Tarihi bir binanın yaşlı ağaçlarla dolu geniş bahçesinde, elinde Karakoç'un şiir kitabıyla dolaşan dalgın bir öğrenciyi hatırlıyorum. Kitabı, bir sınava hazırlanır gibi okuyordu. Nişanlısı, evlenmeden önce Karakoç şiirlerini okuyup anlamasını şart koşmuştu. Gelgelelim, bunun için çaba gösterse de şiir okumayı sevmiyordu, genç kızımız. Karakoç kitapları, sevdiği gençle arasında bir engeller dağı oluşturuyordu.
Bu genç kıza zaman zaman kimi hikayelerimde atıfta bulunmuşumdur.
Monna Rosa, yenik düşürmeyecek türde bir mağduriyetin, her şeye rağmen hissettirilen umudun şiiridir; öyle bir algı yayar. Hem yitik muamelesi gören, hem de birileri kanalıyla ulaşılabilen bir şiirdir, en azından yarım asra yakın bir süre öyle kalmıştır. Hem dilden dile dolaşarak ya da elle yazılmış nüshalarıyla okunarak bir gizemi ve ulaşılamaz olanı paylaşmanın kıvancını yaşatır okuyucuya, hem de Karakoç şiirinin enginlerine açılmada en azından bir kesim okuyucu için bir engele dönüşebilir.
Monna Rosa, belki de muhafazakâr erkeğin düşlerindeki yitik gül bahçelerinde süzülen gizemli-soyut-meleksi, aristokrat, aynı zamanda da açığa vurulmamış bir yetkeye (ilime, iktidara, şanlı geçmişe) sahip kadını yansıttığı için bunca ilgi görüyor.
Monna Rosa'dan sonra kadın, Karakoç şiirlerinde artık görünmez olmuştur. Sanki kapatılmış, kabuk bağlamış bir yaraya dönüşmüştür bu şiir. Uzun yıllar boyunca matbaada basılmamış olması, bazen ezberle, bazen de elle yazılan kopyalarla kitlelere ulaşması, temsil kapasitesi açısından hiç de yabana atılacak bir gösterge değildir.
Yıllar geçtikçe Monna Rosa'yı daha doğru değerlendirmeyi öğrendim sanıyorum. Kanımca güzel, değerli bir şiirdir Monna Rosa. Karakoç'un 2. Yeni Bağlamında yazdığı Balkon, Anne, Kapalıçarşı... gibi önemli şiirleri arasında sayılabilir. Şairin şu şiiri çok erken yaşta yazmış olması ise, şiirde ilerleyeceği yolun işaretlerini kısıtlı olarak sunduğu halde bile dikkat çekicidir.
Monna Rosa'nın kitaplaşması, kimi genç kuşak şiir eleştirmenlerince, sebepleri ancak şairi tarafından bilinebilecek bir geriye dönüş muhasebesinin ifadesi olarak okunmuştur. Bu konuda pek çok yorum yapılabilir. Her halükarda Monna Rosa'nın Türkiye'de yitirilmiş bir uygarlığa ait değerler manzumesini teşkil eden bir temsili olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu şiirle Karakoç, bir kuşağın kadın algısını etkilemiştir dersem, abartmış olmam.
İsmi adresi belirsiz bir gül bahçesinde gezinmeye terk edilmiş; gezinirken güllere karışan, gülleşen bir kadın var. O kadın o bahçeden kurtarılmak istiyor mu... Monna Rosa o denli farklı bağlamlarda okunan bir şiir ki, buna emin olamıyoruz bile artık...

2 Responses so far.

  1. sanırım bu yazıda birazcık payım var:) Mona Roza artık bilinmezin gizemine bürünmüştür artık büyülüdür dokundukça kanayan yaralar gibi ya da kurcaladıkça daha çok içine battığımız gibi konuştukça büyütüyoruz onu. bir şiirin başına gelebilecek en güzel şey oluyor sanırım.

  2. Adsız says:

    evet mona roza muhabbetimizden sonra cihan aktaş ın bu yazısını görünce hemen eklyeyim dedm :)

    bilinmezin gizemi...

haydi durma söyle

Etiketler

40ında 40 kadın (1) aalborg universitet (1) ah muhsin ünlü (2) ahlaksız (1) ahmet altan (1) ahmet kaya (1) ahmet muhip dıranas (1) alanis morisetti (1) andımız kaldırılsın (1) anna (1) arranged (1) aşk risalesi (2) attila ilhan (1) aynalar koridorunda aşk (1) azam ali (1) aziz nesin (1) barcelona barcelona (1) boys over flowers (3) cafe de flore (1) cahit zarifoğlu (10) can yücel (1) cemal süreyya (1) cevdet bağca (1) chaos 2001 (1) cihan aktaş (1) cv (1) dağcılık (1) DE LA FRAYEUR D’ÊTRE PLOMBIER BORGNE (1) dengeler adına (1) devendra banhart (1) documentarist (1) dostoyevski (1) dublörün dilemması (2) dutch chapel (1) dücane cündioğlu (1) edip cansever (1) elif şafak (1) elif şafak siyah süt (2) elveda oblomov (1) erdem beyazıt (6) eren safi (1) ergenekon şerefsizleri (3) eternal sunshine of spotless mind (2) everything must change (1) ey selahaddin (1) farif ferjad (1) fatma barbarosoglu (1) fight club (1) FİLİSTİN (10) filistin hamas islam (2) first lady (1) furkan çalışkan (2) furkan suresi (1) galata konak cafe (1) george benson (1) gökhan özcan (3) görücü usulü (1) hakan albayrak (2) hamlet (1) hayat iman ve cihad (1) ian dallas (1) ibrahim paşalı (1) ibrahim tenekeci (8) ihvani müslim (1) imam humeyni (2) imany (1) ismail kılıçarslan (1) ismet özel (13) izzet şahin (1) kadın (1) kafka (1) kardeş türküler (1) karnak kafe (1) kelam (1) keny arkana (1) killng me softly (1) kitaplarım (1) kolera (1) korkma ben varım (2) küçük prens (1) la haine (1) lale müldür (2) lara fabian je t'aime (1) le trio joubran (1) leman sam (1) leonard cohen (1) leyla ile mecnun turgut uyar (1) majid majidi (1) masal (1) mavi kelebek (1) mehmet efe (2) melek arslanbenzer (1) mızraksız ilmihal (3) mihrimah sultan cami (1) mo ghile mear (1) murat menteş (7) mustafa islamoğlu (2) mustafa kutlu (4) mustafa ulusoy (2) müslüm gürses (1) native deen (1) nazanbekiroglu (1) nazım hikmet (1) necib mahfuz (1) necip fazıl (1) NEDEN AŞK ACISI (1) nietzsche (2) nihat dağlı (1) nikos kazancakis (1) nurettin topçu (1) nurullah genç (1) obama (1) oğuz atay (1) old boy (1) one litre of tears (1) onegin letters (1) oruç aruoba (4) ömer hayyam (1) özdemir asaf (1) pink floyd (1) platon (1) pulp fiction (1) rachel corrie (1) reconstruction (1) samed karagöz (1) sartre (1) satrpialo (1) sezai karakoç (2) sin palabras (1) sonbahar (1) suleyman cobanoglu (1) sultanahmet camii (1) süleyman çobanoğlu (3) sünnet anlayışı şekilcilik (1) şarkılar (28) şıpsevdi sakız (1) taraf (1) tarık tufan (2) tekfurun kızı (1) the best of youth (1) the burning plain (1) tuluhan tekelioğlu (1) turgut uyar (1) tutunamayanların şarkısı (1) uçurtma avcısı (1) utopia (1) varlık ve teklik teoremi (1) vas mandara (1) with one voice (1) yarim senden ayrılalı (1) yavuz selim camii (1) yıldız hamidiye cami (2) yılmaz erdoğan (1) you will never know (1) yök (1) yusufilezüleyha (1) zeynep arkan (1) zeytin'in hayali (1) zorba (1)

Blog Arşivi