hikayesizliğim



- anlatmak istediğin birşey var mı, ben anlattım hep

- benim bir hikayem yok

- neden

- istanbulda bıraktım hepsini

- gel dedim gelmedin

- gelse de geçmezdi

- ne

- hikayesizliğim

- ne zaman evlencen

- off dostum, tüm bu havayı mahvettin

.................................
[ içeri buyrun ]

dumanını dışarı vermek

hiyerarşik üstünde kimler vardı da

kimlerin altında kaldındaki

kinayeyi

demeye utanırım

Vincent'in kulağını verdiği fahişeye

o fahişe ki...

demeyeceğim

bildiğimiz gibi bir fahişeydi işte

sigara içer miydi

bilemem

pek iyi gözle bakılmaz buralarda

dumanını dışarı veren kadınlara

bacalar tütsün ama kadınlar hayır!


....................................

neden yazdım bunu bilmiyorum
[ içeri buyrun ]

cv'lerim olmasın hiç



ne kadar zenginim allahım
cv mi dolduracak
hiçbirşeyim yok
bir yükseköğrenim diplomasi
o da var herkeste
bu devirde.



.......................
[ içeri buyrun ]

arranged

nice film gördüm ki
izler izlemez
insanın aşık olası gelirdi
karşısına ilk çıkana.
öyle filmler izledim ki
yıkılmalıydı en yakınımızda ne varsa
ve en uzağa konmalıydı gönlümüz
aklımıza en mesafeli olana
işte o zaman aşktı
dinlenmemeliydi en sözü itibarlı olan
biraz yasak olmalıydı
biraz günah kokmalıydı
o zaman güzeldi

ama şimdi öyle bir film izledim ki
yine ne varsa
bizim geleneksel olan da vardı mesela
izin vermek gerekti
annenin babanın beğendiğine
en itibarlılarımızla en sevdiğimizi
bulmak da mümkündü
ve eski olan hiç birşey
komazdı bizi yarı yolda...

ve öyle bir film izledim ki
aşık etti
beni
görücü usulüne


[ içeri buyrun ]

edep ya hu!

Vatan için yatar mısın sorusu nasıl bir sorudur allah’ım!

Böyle ahlak anlayışı da vatan anlayışı da olmaz olsun.
Zaten bu sorunun sorulduğu vatan sınırları benim olamaz.
Haritadaki sınırları kabul etmemekle ne kadar isabetli davrandığımı anlıyorum böyle soruları soran orospuları ve cevaplayanları görünce.

O feminist geçinen 4 orospudan bir tanesi de utanmadan cevap veriyor, adam öldürmek daha kötüymüş yatağa girmekten. İnsanlar neden ahlaksızlıkları kıyaslamaktan zevk alıyorlar bu kadar merak ediyorum. Geçen günlerde de Mehmet Sevigen demişti “büyük bir etik” sorun değil. Ahlaksızlığın büyüğü küçüğü olur mu yahu! Adam öldürmekle hiçbir vasfı olmayan adamla yatağa girmenin çok da ulvi bir amaç adına! ne farkı var! İnsanı salt bedene indirgeyen, insanın onurunu haysiyetini özgürlüğünü bedensel nefes alış verişine bağlayan zihniyetlerin kıyasları bunlar. Yatağa girince nefes alıp verişimiz devam ediyor ya, ölmüyoruz ya, önemi yok o zaman… Yatıveririz ayol vatanımız için!

Bu soruyu duyan bir kadının yapacağı ilk iş soruyu sorana bir tokat atması, hatta kadınsa feminizm! aşkına soruyu sorana iki tokat atması iken cevaplıyorlar soruyu. Kadına yapılabilecek en büyük hakareti nasıl da alenileştirip basitleştiriveriyoruz. En işe yaradığımız yer ya yatak odası, bize de buralarda düşüyor vatanı kurtarmak! Ayy düşündükçe kan beynime sıçrıyor.

Neden bir erkeğe sorulmaz bu soru, neden merak edilmez bir erkeğin vatanı için kadınlarla yatıp yatmayacağı. İşte tam burada bu soruyu bir kadının cevaplaması aslında erkeklerin kadınlarla yatmasını ne kadar doğal kabul ettiği sonucunu da kendiliğinden ortaya çıkarıyor. Bu soruya şedid şekilde cevap vermek yani vermemek ise aslında erkek için de böyle bir ahlaksızlığı kabul etmediğimiz anlamına geliyor. Kadına bu soruyu münasip görmek erkeklerin yapacağı bu tip bir ahlaksızlığa olan tahammülümüzü gösteriyor.

Kadına yapılacak en büyük hakaret! O çok bilmiş feministler ise utanmadıklarını gösterecekler ya sınırları tabuları olmadığını ne kadar özgür olduklarını ispatlayacaklar ya hiç tereddüt etmeden cevaplıyorlar. Kadın bedeni sizin gibiler yüzünden teşhir ediliyor, sömürülüyor, erkeklerin oyuncağı haline geliyor.

Tabii burada önemli bir nokta vatan mevzuu. Vatan nedir ne değildir? Bu sorudan anladığım benim bir toprak parçasından öte değil! Ama şimdi çok asabiyim bu konulara giremeyeceğim…

Bunları görünce şüphe ediyorum kadınlığımdan…

Edep ya hu!
[ içeri buyrun ]

dağcılık sporu!

dağcılık sporu!

bir fiili spor diyerek tabulaştırdığımızda artık onun hakkında ne eleştri yapabiliyoruz ne "sporluğunu" sorgulayabiliyoruz. Sporsa iyidir, sporsa faydalıdır. Gerçekten de her spor dediğimiz eylem "faydalı, iyi " midir?

Mevzu bahis olan konumuz ise dağcılık sporu. televizyon kanallarında rastladığım, dağda mahsur kalmış bir dağcıyı kurtarma operasyonu uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bu konuyu yazmama vesile oldu. bir insanın lapa lapa kar yağarken, -20, -40 derecelere varan soğukta spor adına bilmem kaç kilometre yükseklere çıkması neden bu kadar anlamlı olsun cidden merak ediyorum. İnsanlar bakkala ekmek almaya gitmeye tereddüt ederlerken doğallığa bu kadar uzak ve insan bedenini bu kadar hiçe sayan bir eylem neden spor diye adlandırılıyor? sporun amacı değil mi bireylerin zihinsel ve bedensel gelişimini öncelemek?

tüm bu aşırılıkların spor olarak adlandırılmasının tek sebebi modern zamanın ruh eksikliği. insanları manevi olarak doyuramayan modernite ve kurumsal düzenler, şekil sıradışılıkları doğurup anlamsız ve basit haraketlere anlam ve asalet yükleyerek hayata bir renk kattığı iddiasında olabilir. Lakin elde edilen sonuçlar, insan ölümleri ve başkalarının hayatını tehlikeye atma, gösteriyor ki çocuksu ve zengince şımarıklıklardan başka birşey değil. zaten bu tür spor dallarının doğuşu zengin muhitlerin zengin çocuklarınında ortaya çıkıyor. sonra bizim yurdum insanı -başka memleketlerin de yurdum insanları :)- peşinden koşuyor bu teranelerin. kalın bakalım yüzlerce kilometre yüksekliğinde karlarla kaplı dağın tepesinde geliyor mu babalarınızın milyon dolarlık kurtarma uçakları.

modern zamanın modern bir intihar yönteminden başka birşey değil.

[ içeri buyrun ]

zorba/nikos kazancakis

aldansınlar da ağlamasınlar diye...



güzelliğe lanet olsun, dedim, çünkü güzellikler kalpsizdir insanın acısıyla ilgilenmez



ne zamana kadar kağıt yiyip mürekkep yalayacaksın?



kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.



ruhum, diyordum, şimdiye kadar gölgeye bakıp doyuyordun; şimdi seni tene götürüyorum.




-beni zorladın mı yitirirsin. unutma ki ben de insanım.
-insan mı ne demek istiyorsun?
-yani özgürüm!




buddha ile çoban diyaloğu

çoban: yemeğim pişti koyunlarımı sağdım kulübemin mandalı sürülmüş ateşim yanıyor sen de istediğin kadar yağ, gökyüzü!

buddha:artık yemek ve süte gereksinmem yok rüzgarlar kulübemdir ateşim söndü sen de istediğin kadar yağ, gökyüzü

çoban: öküzlerim ineklerim atalardan kalma çayırlarım ve ineklerimle çiftleşen bir boğam var; sen de istediğin kadar yağ gökyüzü

buddha: benim ne öküzlerim ne ineklerim var çayırlarım da yok. hiçbrşeyim yok. hçbirşeyden korkmam sen de istediğin kadar yağ gökyüzü

çoban: yıllardan beri karım olan sadık ve uysal bir çoban bir kızım var. geceleri onunla oynaşmak hoşuma gidiyor sen de istediğin kadar yağ gökyüzü

buddha: uysal ve özgür bir ruhum var; yıllardan beri ona benimle oynaşmayı öğretiyorum sen de istediğin kadar yağ gökyüzü




dişsiz olduğun zaman: "Ayıp çocuklar, ısırmayın demek kolaydır ama otuz işin olunca..."




büyük sır! dünyaya özgürlüğü gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani? çünkü oturup sana işlediğimiz cinayetlerde yaptığımız alçaklıkları saysam tüylerin ürperir. fakat sonuç ne oldu. özgürlük! tanrı yıldırımını atıp bizi yakacağına özgürlüğü veriyor? hiçbir şey anlamıyorum!




-gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? varsay ki zorba insan gübre, özgürlük de çiçektir.
-iyi ama. ya tohum? bir çiçeğin bitmesi için tohum gerekli. bizim pis içimize böyle bir tohumu kim koydu? bu tohum niçin iyilik ve namusla beslenip çiçek açmasın? ve kanla pislik istesin.




acaba efendimiz ne kadar yüksekteyse tutsaklık zincirimiz de o kadar uzuyor ve o zaman çok geniş bir harmanın içinde sıçrayıp oynuyor sonra ucunu bulamadan ölüyoruz bunun adına da özgürlük mü demişiz yoksa?



sonra kalbim yavaş yavaş hırçınlaşmaya başladı karanlık sesler yükseliyordu içimde. kimin seslendiğini biliyordum. bir an yalnız kalsam içimde adlandırılamaz isteklerle şiddetle dengesiz umutlarla korkmuş bir halde kükrer kükrer ve benden kurtuluş beklerdi...




yıllar ve yüzyıllar boyunca Dante'nin yurdunda şarkılar okunmuştu. ve nasıl sevda şarkısı erkek çocuklarını aşka hazırlıyorsa ateşli Floransa şarkıları da İtalyan gençlerini ulusal savaşa ve özgürlüğe hazırlıyordu.





hesap yapmak için neden deniz kıyısına gittin?
ben rakamlara bulaştım mı toprak içindeki bir deliğe saklanmak kör olmak görmemek isterim.gözlerimi kaldırıp da denizi bir ağacı ya a ihtiyar da olsa bir kadını gördüm mü hesaplar şeytanın yanını boylar. sayılar kanatlanır ve uçarlar




insanın ölüm yokmuş gibi hareket etmesiyle aklında her an ölüm varmış gibi hareket etmesi belki aynı şeydi..




her kadının arkadasında afroditin onurlu kutsal ve sır dolu yüzü belirirdi




kadın korkunç bir sırdır. hiçbir zaman da kapanmayan bir yarası vardır.




allah seni katırın gerisinden keşişinde önünden korusun!




çok şükür Allah'a şu anda bile Don kişot benzeri seferlere hazırım!



hayır hiçbir şeye inanmam ben! eğer insana inansaydım allaha da şeytana da inanırdım bu da büyük bir sorundur o zaman işler karışıyor ve başım belaya giriyor



neyin yıkılacağını iyi bilmekteydim ama yıkıntılar üzerine neyin sıvanacağını bilmiyordum



bu adam, diye düşündüm, okula gitmediği için beyni bozulmamış. Çok şeyler yapıp çok şeyler görmüş ve çekmiş açılmış, kalbi ilkel cesaretini kaybetmeden genişlemiş. bizim için dallı budaklı ve çözülmez olan bütün sorunları o, hemşehrisi büyük iskender gibi bir kılıç vuruşuyla çözüveriyor. onun açık vermesi zordur. çünkü tabanlarından başına kadar, bütünüyle toprağa dayanıyor. afrika vahşileri yılana taparlar çünkü bütün vucütları topağa değer ve böylece toprağın bütün sırlarını bilirler. bu sırlara karnı kuyruğu edep yeri ve başıyla varmıştır o. biz okumuşlar havadaki sersem kuşlar gibiyiz.




bana yediğin yemeği ne yaptığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. bazıları yediklerini içyağı ile gübreye bazıları iş ve keyfe ve duyduğuma göre bazıları da tanrıya dönüştürürmüş.


ruhumu tenle tenimi ruhla doldurdum




konfüçyüs der ki: pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta ama mutluluk insanın boyu hizasındadır... çünkü iyi bilirsin ki insanın boyu hep aynı kalmaz.




yağmur yağarken insanın kalbi acı çeker



hayatım yanlış yola sapmıştı, insanlarla olan ilişkimi bir iç konuşması haline sokmuştum. o kadar çok düşünmüştüm ki bir kadına aşık olma ile kitap okuma arasında seçme yapmam gerekirse kitabı seçerdim





bu kararsızlık geçidini, şarlatanlık tapınağını, bu günah testini, bu hile otlarının diklmiş bulunduğu tarlayı, bu cehennemin giriş yerini, bu kurnazlıklar taşan sepeti, bu bala benzeyen zehri, ölümlüleri dünyaya bağlayan bu zinciri KADINI kim yarattı?





yazıyor her cümlede hafifliyor yürekleniyor sözcüğün olağanüstü gücüyle kötülüğün geri çekildiğini kovalanıp atıldığını hissediyordum. gündüzün elimden geldiği kadar korkusuzca savaşmaktaydım ama geceleyin aklım silahsızlanıyor iç kapılar açılıyor dul içeri giriyordu.




maddeyi ruha çeviren ölümsüz güç Allahtır. her insanın içinde bu ilahi yumaktan bir parça vardır. bunun için de ekmeğin suyun ve etin biçimini değiştirip onu düşünce ve hareket haline sokuyor.





insan bir ağaç gibidir, neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?





sanki bu gece hareketlerimin hesabını verecekmişim gibi, bütün hayatım düşe benzer bir hızla ikircikli ve bağlantısız bir halde yükselmişti de ben ona umutsuzca bakıyordum.




atasözlerini ters çeviriyor ve şöyle diyorum: gelecek olan beş, eldeki ondan iyidir





her insanın kendi deliliği vardır. bana da öyle geliyor ki en büyük delilik bir deliliğe sahip olmamaktır.





ben her insanın ayrı bir kokusu olduğuna inanırım. biz bunu anlamıyoruz çünkü kokular birbirine karışıyor, hangisi senin hangisi benim olduüğunu bilemiyoruz. yalnız havanın pis bir koku yaydığını anlıyor. buna da insanlık adını veriyoruz. kimileri onu soluyup lavanta adını veriyorlar benimse kusacağım geliyor




-dedecik ( bana hala dedecik diyor ama nazlı bir biçimde) ben panayıra gitmek istiyorum
-git nineciğim git
-ama ben seninle gitmek istiyorum
-ben gitmem üşeniyorum sen git
-gitmez misin neden? istemiyor musun?
-sen gidersen isterim, gitmezsen istemem
-ama neden, sen özgür bir insan değil misin?
-hayır! değilim!
-özgür olmak istemez misin?
-istemem!

ne diyeyim patron infilak edesim geldi. ben sanıyorum ki özgür olmak isteyen insandır. öyleyse kadın insan mıdır?





vely ona ki, içinde mutluluk kaynağı yoktur
veyl ona ki, başkalarının hoşuna gitmek ister
veyl ona ki, bu hayatla öteki hayatın aynı şey olduğunu anlamaz!




gündüzler çalışmak içindir. gündüz erkektir. geceyse eğlence içindir. gece kadındır.





manastırlarda siyah cüppeli keşşler bulunur, bağdaş kurmuş görkemli durumda bir ay, iki ay, altı ay oturur ve yalnız birşeyi düşünürler. bir şeyi duyuyor musun? iki değil bir! bizim gibi; kadın ve linyit, linyit ve kitap düşünmezler, akıllarını yalnız birşey üzerine toplar ve mucizeler yaratırlar. mucizeler böyle olur....aklını yalnız bir tek şeye verirsen mucizeler yaratırsın!


birşeye özlem duydum mu ne yaparım bilir misin? bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim... ya da tiksintiyle hatırlamak için. bak bir zamanlar çocukken kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. param olmadığı için azar azar alıyor yine istiyordum...günün birinde baktım kirazlar bana stediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plan kurdum bilir msin? geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. sabah sabah da kalktım. bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz aldım. yedim yedim şiştim midem bulandı kustum. o zamandan beri de kirazdan kurtuldum.


tutku bana engel olamamıştır, yurdum için de aynı şey. hasret çektim, bıktım, kustum, kurtuldum.


kendin yarı şeytan olmazsan şeytandan nasıl kurtulursun be?


beyninde anlıyorsun. diyorsun ki: doğru yanlış böyledir, böyle değildir, haklıdır, haklı değildir. ama bundan ne çıkar? konuştuğun zaman ben, senin kollarına, ayaklarına, göğüslerine bakıyorum, onların hepsi de dilsiz duruyor. birşey söylemiyorlar. kanları yokmuş gibi... öyleyse nasıl anlayabilirsin. kafadan mı!


dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? yarım işler yarım konuşmalar yarım günahlar yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be insan, avara et ve korkma! tanrı baş şeytandan çok yarım şeytandan iğrenir.


yıldızların yer değiştirdiğini görmek mi istiyorsun onlarla birlikte dönmen gerekir


aşk korku gibi büyük şeytanları uyandırmaktan kaçınıyorduk


gerçek kadın erkekten aldığından çok ona verdiği hazdan zevk alır


tanrıyı yedi kat gökler yei kat yer almaz. ama insanın kalbi alır. onun için aklını başına topla Aleksi, hayır duam seninle olsun. dikkat et hiçbir zaman insan yüreğini yaralama


içimdeki çok düğümlü kaygılara basit bir çözüm


mutluluk borcunu yerine getirmek demektir. borç ne kadar güç olursa mutluluk da o kadar büyük olur


hayır özgür değilsin, senin bağlı olduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun, hepsi bu kadar! uzun ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun, ipi koparmadın mıydı da...
ama ipi koparmadıkça hayatın ne tadı var


ruhunu sıkı tut dostum
dağılmasın


..............................................................
[ içeri buyrun ]

değişmesin hiçbirşey

değişmesin eskiye dair bildiğim hiçbir şey
dokunulmasın paranın 6 sıfırına
hala alışamadım ev kiralarına 500 lira demeye
hala bilmiyorum 10 kuruşa sakız alabilir miyim
dokunmasınlar bildiklerime
eskiye dair hiçbir şeyime
[ içeri buyrun ]

anlarsın

bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler ne için yaşarmış


Monna Rosa ya da imkansız aşk /Cihan Aktaş

Sezai Karakoç 50'lerde Monna Rosa'yı yazdı ve şiirinin sadık okurlarına kabul edilemez gelen bir yaklaşımla bu şiiri bir bilinmezliğin karanlıklarına doğru savurdu. Şiiri tezlikle yakaladı okurlar ve elden ele dolaştırarak etrafında bir efsane halesi oluşturdular. Monna Rosa, şiir olarak kendi çapını aştı, yine de Sezai Karakoç'un ayaklarına dolanmadı, engel olamadı onun şiirindeki sürdürdüğü yolculuğa.
Şiir okunan ortamlarda yıllardır Monna Rosa'dan mısralar gezinir: Dergilerde, şiir gecelerinde, şiirle ilgisi olmayan anma gecelerinde, internet polemiklerinde, şiir konuşmalarının sabahlara kadar sürdüğü mekanlarda...
Selçuk Küpçük'ün ilk müzik albümünü dinliyorum. Orada da Monna Rosa, başka bir şekilde yer alıyor; İstanbul/Mona Rosa. Söz; Yavuz Bülent Bakiler, müzik: Selçuk Küpçük, şiir: Sezai Karakoç.
Selçuk Küpçük Ordu'da ikamet ederken hem edebiyatın, hem de müziğin içinde var olmayı başaran bir sanatçı. Müzisyen olarak kendine özgü bir tarzı var. İlk albümünün 8. şarkısı, İstanbul/Monna Roza. Sezai Karakoç adına düzenlenen bir sempozyum için tebliğimi hazırlarken, bu albümü sıklıkla dinledim.
İstanbul ve Monna Rosa isimlerinin Küpçük'ün albümünde bir araya gelmesi bir denklemle ilgili kuşkusuz. İstanbul çoğu zaman mukimleri için bile gizemli, keşfi zor bir diyar gibi görünmez mi? Monna Rosa da okurları için hâlâ tam olarak keşfedilmemiş bir şiirdir, etrafında oluşturulmuş söylenceler nedeniyle.
Sezai Karakoç Monna Rosa'yı 50'lerde yazdığı halde, bu şiirin özellikle 80 kuşağının dindar gençliği üzerinde etkili olduğunu düşünürüm ve bu bana ilginç gelir.
Çünkü özellikle 80 kuşağı yaşamıştır, kamusal alanda yeni bir kadın-erkek ilişkisi muaşereti geliştirmenin zorluklarını. Bu zorlukların içine aşk da girer evlilik de. Kadının kamusal alana katılmasındaki zorluklar da girer, kadını "gizemli bir varlık, bir bilmece" olarak tarif eden algının değişmeye giderken yaşadığı/yaşattığı travma da.
Fakat Monna Rosa'nın fiziksel varlığı, onu içine alan efsanenin oluşturduğu yeni okuma biçimleriyle, gide gide görülmez hale gelmiş gibidir. Sanki şiirsel varlığını koruması bakımından uzak bahçelerde bir gölge misali dolaşmayı sürdürmesi beklenirdi onun.
Başörtülü öğrenciler için bir kusur gibiydi, Monna Rosa'nın tanımsızlığının tecessümü olamamak.
Zor şartları mizaçlarında yansıtan başörtülü kızlar, Monna Rosa'nın gezindiği gül bahçelerini sadece hayal edebilirlerdi. Fakat Mona Rossa dizeleri gelir bulurdu onları, daima.. Yeryüzünün dört bir köşesine dağılıp bir diploma almış, geri dönmüşlerdir. Onlar için bir gece düzenlenir. Erkek sunucu onları Monna Rosa şiiriyle karşılar. Böyle bir karşılama bizi niye hayrete düşürmez...
Bir arkadaşım 80'li yıllarda müslüman erkeklerin elinden düşmeyen üç şey olduğunu dile getiriyordu:
1-Kur'an-ı Kerim
2-Sezai Karakoç
3-Sezen Aksu.
80'li yıllarda Sezai Karakoç'un en sevdiğim, sürekli okuduğum şiiri değildi Monna Rosa, doğrusu. Fakat, kendimi yetiştirmek için kitapların dünyasına olduğu kadar cemaatlerin toplantılarına da daldıkça, sıklıkla karşıma çıkıyordu bu şiir. Yatılı bir Kur'an Kursu'nda temel İslami bilgileri öğreniyordum. Tarihi bir binanın yaşlı ağaçlarla dolu geniş bahçesinde, elinde Karakoç'un şiir kitabıyla dolaşan dalgın bir öğrenciyi hatırlıyorum. Kitabı, bir sınava hazırlanır gibi okuyordu. Nişanlısı, evlenmeden önce Karakoç şiirlerini okuyup anlamasını şart koşmuştu. Gelgelelim, bunun için çaba gösterse de şiir okumayı sevmiyordu, genç kızımız. Karakoç kitapları, sevdiği gençle arasında bir engeller dağı oluşturuyordu.
Bu genç kıza zaman zaman kimi hikayelerimde atıfta bulunmuşumdur.
Monna Rosa, yenik düşürmeyecek türde bir mağduriyetin, her şeye rağmen hissettirilen umudun şiiridir; öyle bir algı yayar. Hem yitik muamelesi gören, hem de birileri kanalıyla ulaşılabilen bir şiirdir, en azından yarım asra yakın bir süre öyle kalmıştır. Hem dilden dile dolaşarak ya da elle yazılmış nüshalarıyla okunarak bir gizemi ve ulaşılamaz olanı paylaşmanın kıvancını yaşatır okuyucuya, hem de Karakoç şiirinin enginlerine açılmada en azından bir kesim okuyucu için bir engele dönüşebilir.
Monna Rosa, belki de muhafazakâr erkeğin düşlerindeki yitik gül bahçelerinde süzülen gizemli-soyut-meleksi, aristokrat, aynı zamanda da açığa vurulmamış bir yetkeye (ilime, iktidara, şanlı geçmişe) sahip kadını yansıttığı için bunca ilgi görüyor.
Monna Rosa'dan sonra kadın, Karakoç şiirlerinde artık görünmez olmuştur. Sanki kapatılmış, kabuk bağlamış bir yaraya dönüşmüştür bu şiir. Uzun yıllar boyunca matbaada basılmamış olması, bazen ezberle, bazen de elle yazılan kopyalarla kitlelere ulaşması, temsil kapasitesi açısından hiç de yabana atılacak bir gösterge değildir.
Yıllar geçtikçe Monna Rosa'yı daha doğru değerlendirmeyi öğrendim sanıyorum. Kanımca güzel, değerli bir şiirdir Monna Rosa. Karakoç'un 2. Yeni Bağlamında yazdığı Balkon, Anne, Kapalıçarşı... gibi önemli şiirleri arasında sayılabilir. Şairin şu şiiri çok erken yaşta yazmış olması ise, şiirde ilerleyeceği yolun işaretlerini kısıtlı olarak sunduğu halde bile dikkat çekicidir.
Monna Rosa'nın kitaplaşması, kimi genç kuşak şiir eleştirmenlerince, sebepleri ancak şairi tarafından bilinebilecek bir geriye dönüş muhasebesinin ifadesi olarak okunmuştur. Bu konuda pek çok yorum yapılabilir. Her halükarda Monna Rosa'nın Türkiye'de yitirilmiş bir uygarlığa ait değerler manzumesini teşkil eden bir temsili olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu şiirle Karakoç, bir kuşağın kadın algısını etkilemiştir dersem, abartmış olmam.
İsmi adresi belirsiz bir gül bahçesinde gezinmeye terk edilmiş; gezinirken güllere karışan, gülleşen bir kadın var. O kadın o bahçeden kurtarılmak istiyor mu... Monna Rosa o denli farklı bağlamlarda okunan bir şiir ki, buna emin olamıyoruz bile artık...
[ içeri buyrun ]

bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye,
öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen çok acımazsın.

can yücel'den
[ içeri buyrun ]

sus

doğrudur yanlış işler yaptığım
biliyorsan söyleme
bilmiyorsan sus bunu
gençken yazdıydım.
[ içeri buyrun ]

az kaldı

sen beni düşünüp benden vazgeçiyorsun
ben seni düşünüp senden vazgeçemiyorum


bir gün sana bir yazı malzemesi
muamelesi yapacağım
bekle az kaldı
diyeceğim:
yazamıyorum artık
demek ki unuttum seni.
[ içeri buyrun ]

modern zamanlarda

..
...
....
.....
time's up!
.....
...
...
..
.

Oh, oh, it seems you
just don't know
And you just don't understand me
I've got no use for the tricks of modern times
They tangle all my thoughts like ivy


modern çağ bırakmayacağım senin kollarına kendimi. bakma şimdi seninle flört ettiğime, bilirim gerektiği yerde kesmesini. - bu da iyi bir cümle olmadı ama...-

"İnsanların giderek artan bir yüzdesi, gökyüzünden onları seyreden atalarının neler düşüneceğini ya da tarih kitaplarında kendileri için neler söyleneceğini değil, başkalarının onlar hakkındaki düşüncelerini dert ediyor; her eylemlerinin, kendilerini tanıyan ve tanımayan kişiler tarafından her Allah'ın günü nasıl eleştirilip yargılanacağıyla ilgileniyor. Modern çağın kâbusu, kötü izlenim bırakmak. Modern çağın a'rafı, kişisel şöhret. Bir toplum kendisini ne ölçüde demokratik görürse, bu şöhret o ölçüde önem kazanır ve başkalarından gelecek ne ufak eleştiriye duyulan korku o ölçüde saplantı haline gelir."
--Theodore Zeldin--
[ içeri buyrun ]

budur!

“Bizler hiçbir açık kapı kalmayınca dahi geçilecek yerin bulunduğunu bilenlerin, herkesin her taraftan geçilebileceğini zannettiği zamanlarda ise sadece bir geçitin emniyet sağladığını bilenlerin varisleriyiz. Eskilerin en eskisinde ne vardı diye merak edenler de; en yeni, yepyeni ne var diye merak edenler de bize baksın.”
İsmet Özel


[ içeri buyrun ]

Etiketler

40ında 40 kadın (1) aalborg universitet (1) ah muhsin ünlü (2) ahlaksız (1) ahmet altan (1) ahmet kaya (1) ahmet muhip dıranas (1) alanis morisetti (1) andımız kaldırılsın (1) anna (1) arranged (1) aşk risalesi (2) attila ilhan (1) aynalar koridorunda aşk (1) azam ali (1) aziz nesin (1) barcelona barcelona (1) boys over flowers (3) cafe de flore (1) cahit zarifoğlu (10) can yücel (1) cemal süreyya (1) cevdet bağca (1) chaos 2001 (1) cihan aktaş (1) cv (1) dağcılık (1) DE LA FRAYEUR D’ÊTRE PLOMBIER BORGNE (1) dengeler adına (1) devendra banhart (1) documentarist (1) dostoyevski (1) dublörün dilemması (2) dutch chapel (1) dücane cündioğlu (1) edip cansever (1) elif şafak (1) elif şafak siyah süt (2) elveda oblomov (1) erdem beyazıt (6) eren safi (1) ergenekon şerefsizleri (3) eternal sunshine of spotless mind (2) everything must change (1) ey selahaddin (1) farif ferjad (1) fatma barbarosoglu (1) fight club (1) FİLİSTİN (10) filistin hamas islam (2) first lady (1) furkan çalışkan (2) furkan suresi (1) galata konak cafe (1) george benson (1) gökhan özcan (3) görücü usulü (1) hakan albayrak (2) hamlet (1) hayat iman ve cihad (1) ian dallas (1) ibrahim paşalı (1) ibrahim tenekeci (8) ihvani müslim (1) imam humeyni (2) imany (1) ismail kılıçarslan (1) ismet özel (13) izzet şahin (1) kadın (1) kafka (1) kardeş türküler (1) karnak kafe (1) kelam (1) keny arkana (1) killng me softly (1) kitaplarım (1) kolera (1) korkma ben varım (2) küçük prens (1) la haine (1) lale müldür (2) lara fabian je t'aime (1) le trio joubran (1) leman sam (1) leonard cohen (1) leyla ile mecnun turgut uyar (1) majid majidi (1) masal (1) mavi kelebek (1) mehmet efe (2) melek arslanbenzer (1) mızraksız ilmihal (3) mihrimah sultan cami (1) mo ghile mear (1) murat menteş (7) mustafa islamoğlu (2) mustafa kutlu (4) mustafa ulusoy (2) müslüm gürses (1) native deen (1) nazanbekiroglu (1) nazım hikmet (1) necib mahfuz (1) necip fazıl (1) NEDEN AŞK ACISI (1) nietzsche (2) nihat dağlı (1) nikos kazancakis (1) nurettin topçu (1) nurullah genç (1) obama (1) oğuz atay (1) old boy (1) one litre of tears (1) onegin letters (1) oruç aruoba (4) ömer hayyam (1) özdemir asaf (1) pink floyd (1) platon (1) pulp fiction (1) rachel corrie (1) reconstruction (1) samed karagöz (1) sartre (1) satrpialo (1) sezai karakoç (2) sin palabras (1) sonbahar (1) suleyman cobanoglu (1) sultanahmet camii (1) süleyman çobanoğlu (3) sünnet anlayışı şekilcilik (1) şarkılar (28) şıpsevdi sakız (1) taraf (1) tarık tufan (2) tekfurun kızı (1) the best of youth (1) the burning plain (1) tuluhan tekelioğlu (1) turgut uyar (1) tutunamayanların şarkısı (1) uçurtma avcısı (1) utopia (1) varlık ve teklik teoremi (1) vas mandara (1) with one voice (1) yarim senden ayrılalı (1) yavuz selim camii (1) yıldız hamidiye cami (2) yılmaz erdoğan (1) you will never know (1) yök (1) yusufilezüleyha (1) zeynep arkan (1) zeytin'in hayali (1) zorba (1)

Blog Arşivi